Halvet
Arapça bir kelime olan halvet, tenha, tenhaya çekilme, yalnızlık ve yalnız kalma anlamlarına gelir. Halvet etmek, istenilen tenha ve her şeyden boş bir mahalde, zihne takılan ve takılacak olan şeylerden kurtularak feragat köşesini her şeye tercih etmektir. Bir başka ifade ile büsbütün yalnız durmak, biri ile tenhaca konuşmak üzere yalnız kalıp kimseyi içeri almamaktır. Halvete girmek, ibadet, zikir, riyazet ve murakabe ile meşgul olmak üzere yalnız başına tenha bir odaya, tekkelerde halvethane denilen bir hücreye, kapanmaktır. Halvete çekilmek, tenha bir yerde yalnız başına oturmaktır.
Halk arasında kırk günlük halvet eğitimine çile de denir. Bilindiği gibi "Çile" sözü, Farsça'daki çihil (kırk) kelimesinden alınmıştır. Bu deyim zamanla zorluk ve ızdırabı göğüslemek anlamında "Çile doldurmak" ya da "Çile çekmek" şeklinde kullanılmış; tekkelerdeki halvethanelere çilehane de denilmiştir.
Tasavvufî bir ıstılah olarak halvet, Hak ile gizli konuşmak şeklinde tanımlanabilir. Sofiyyede halvet ise, şeyhin emir ve tensibi ile müridin karanlık ve dar bir hücreye çekilip ibâdet, riyazet, murakabe, zikir ve fikirle vakit geçirmesi yerinde kullanılan bir tabirdir. Bununla birlikte tekkelerde halvet, genellikle kırk gün sürdüğü için buna "erbain çıkarmak" da denir.
Mehmet Dumlu hazretleri, sohbetlerinde buyurdukları üzere:
"Halvet birdir; nev'i namütenahidir. Aslında kâinat bir halvethane-i Hak'tır ve dünyaya gelen insanların hepsi ve var olan eşyanın tamamı birer halvetçidir. İnsanlar, isteseler de istemeseler de bu halvethanede eğitim görürler. Bu eğitimin dışında kalmak mümkün değildir. Kabullenmek, hoş karşılamak, kişiye huzur verir. İtiraz etmek, işe yaramaz ve kişi ancak kendini yorar."
Halvet, rivayete ve tarihlere geçmiş olan malûmata göre Hz. Musa (a.s.)' dan kalmıştır. Filhakika Hz. Musa (a.s.), Medyen' de Hz. Şuayb (a.s.)' ın yanında kaldığı müddetçe muhtelif çileler çekmiştir. (Pakalın, M.Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C.1 S.713)
Halvetin menşei, çok daha eski tarihlere isnat edilebilir.
Halvet, "Turuk-ı âliyye" de yer alan bütün tarikatlarda görülür.
Gönül sarayının bir tek sultanı vardır. Allah (c.c.)...
Aziz Mehmet Dumlu hazretleri bir sohbetinde halvetle ilgili şu açıklamayı yapmışlardır:
"Turuk-ı Halvetiyye'de halvete girme müridin arzusu ve mürşid-i kâmilin himmetiyle olur. Asırlardır devam eden uygulamalarda üç çeşit halvete girme söz konusudur ve bunlar şöyle sıralanabilir:
Erbain, nısıf, urûb.
Erbain, bilindiği gibi kırk anlamına gelen Arapça bir sözcüktür. Dolayısıyla kırk gün için halvete girene "Erbaine girdi" ifadesi de buradan gelir. Genelde erbaine girme, asırlardır tekkelerde şöyle olagelmiştir:
Ramazandan on gün önce halvete girilir ve otuz gün ramazan boyunca halvet devam eder. Bu müddet içinde derviş, zaruri haller haricinde dışarı çıkmaz. Dışarı çıktığında hemen geri döner. Derviş, gece gündüz ibadet, tezekkür, tefekkür ve riyazatla meşgul olur. Böylece kırk gün tamamlanır.
Halvete ramazan öncesi giren sâlik, oruca ramazandan on gün önce başlar. On gün nafile oruç ve otuz gün ramazan orucuyla erbaini tamamlar. Bayram sabahı ihvan-ı kiram toplanır. Erbaini tamamlayan derviş, mürşid-i kâmilin huzurunda ilâhîlerle, dualarla ve kendine has geleneksel merasimleriyle yüzü peçeli bir halde çıkarılır. Diğer tarikat mensuplarının katılımıyla da büyük bir coşku, manevi haz ve zevkler yaşanır. Çok derûnî ve suzîşli bir merasim olur.(Halveti Dervişi halvetten çıkarken o şehirdeki diğer tarikat mensupları da merasime davet edilir.)
Tekkelerde erbaine, genellikle bu şekilde olmakla beraber bu halvete senenin başka aylarında da girilir.
Halvete girenin bir günlük nafakası, bir bardak bal şerbeti ya da başka bir şerbet ve yaklaşık elli gram ağırlığında bir yufkadır.
Diğer nısıf ve urûb halvetlerine gelince:
Nısıf halvet yirmi gün, urûb halvet on gündür. Bunlar senenin herhangi bir ayında gerçekleşebilir.
Bir mürşid-i kâmil, dergâhında çok sayıda dervişi halvete sokabilir. Halvete koyduklarının bütün masraflarını şeyh efendi karşılar. Dergâhın diğer bütün giderleri, yine şeyh efendi tarafından tedarik edilir. Bunun dışında bazı tekkelerin masrafları, Osmanlı döneminde padişahlar tarafından verilen maaşlarla karşılanırdı. Bunlara da zaviye adı verilirdi.
Bunun içindir ki; "Turuk-ı Halvetiyye ve Halvetiyye-Şabaniyye" de devam eden teamül şudur:
Dergâhın masrafları için aciz kalmasın diye irşat görevi fukaraya verilmediği gibi onların ekonomik durumları, vasatın altına düşmez. Çok zengin olanları da vardır." |