Hoşgeldiniz sayın ziyaretçimiz. Bugün 7 Aralık 2024.
E-Posta : Parola :
 

Sohbet 14


"Sizi de yaptığınız işleri de yaratan Allah Teâlâ'dır"
(Saffat Suresi, ayet 96)

Allah (c.c.), bizleri ve fiillerimizi yaratandır. Şuûnât-ı ilâhîyye, Cenab-ı Hakk' ın kabza-i kudretindedir. Kemalâta yücelen bir insan için ikinci bir kudret yoktur. Fail, bizatihi Cenab-ı Hak' tır ama onun fiiliyatı eşyadan zuhur eder. Eşya denilince insan da içindedir. Hak' la bütünleşmeyen, Hak' ı bizatihi âfâkta ve enfüste yüksek şuur ve idrakla zevk etmeyen kişiler için lâf çok uzun gider. Kâmiller için kudretullah ve O'nun zuhuru vardır. Kâmiller: "Hilkat yok zuhur var," diye buyururlar. "ez-Zahir" Allah (c.c.)' ın ismidir.

O (c.c.) evveldir ve ahirdir; zahir ve bâtındır. O (c.c.), her şeyi bilendir."
(Hadid Suresi, ayet 3)

Allah hem dıştır hem içtir; evveldir ve ahirdir. Her şeyi bilen de Allah' tır. Öyle olunca kişinin kendine ait Allah' ın dışında bir varlık izhar etmesi en büyük günahtır ve şirktir. Turuk-ı âliyyenin gayesi, aslında olmayan fakat var gibi görünen kendi benliğimizin iskatıdır. Tasavvufta iskât-ı izafât diye bir kural vardır: Dün bana ait, benim dediğimiz her şeyin bugün bize ait olmadığını bilmektir. Var olan Allah'ın zuhuru ve görüntüsüdür. Evvelki sohbetlerimizde geçtiği gibi, bir Mevlevi büyüğü olan Esâd Dede' nin şu güzel sözlerini yeniden ifade etmek isterim:

Görünen cümle eşyadan Hüda'dır
Sakın sanma anı senden cüdadır


Kişi, Allah' ı kendinden ayrı görür; kendini Allah' tan ayrı görürse bu en büyük günahtır. Turuk-ı âliyyenin hedefi, varlığın bizatihi Hakk' a ait olduğunu bizim kendi kendimize nisbet kılıp: "bizim" dediğimiz varlığın, bir hayal ve vehim olduğunu anlayıp idrak etmemizi sağlamaktır.

İşte bu idraka ulaşmış kişinin gözünde Halk kelimesinin ortasındaki lâm harfi kalkar. O kesrettir. O zaman sadece Hak kalır. Bu makama erişen kişinin gönlündeki zevki anlamak ve anlatmak mümkün değildir. Her ânı, her hâli bayramdır; sevinçlidir. Niçin böyledir? Çünkü her neye baksa, her neyi görse Hakk' ı görür. Niyazî Hazretleri, konuyla ilgili olarak:

Her nazarda gördüğü Hakk arifin
Her görüşte nice ihsan eylemiş

sözlerini ifade buyurmuştur.

"Gözünüz nereye bakarsa Allah(c.c.)' ın vechi oradadır." (Bakara Suresi, ayet 115)

Kâmil insanlar, bu idraka eriştikleri için nereye bakarlarsa baksınlar daima Hakk' ı görürler. Zira onlar, tasavvufi manada cehalet cehenneminden kurtulmuşlar; irfan cennetine dahil olmuşlardır. Hakikatte cehennem cehalettir yani Hakk' ı tanımamaktır.

"Cennetin yolu cehennemden geçer."

Cehalet biterse, cehennem biter ve cennete dönüşür.

"Çiğ hamuru hiç ekmek diye yer misiniz? Fırında pişirirsiniz. Fırını açtığınız zaman ekmeğin mis gibi kokusu gelir. Eski deyimle nân-ı aziz."

İşte biz, o fırına cehennem diyelim. Yaktı, kavurdu, pişirdi ama o cennet nimeti olan nân-ı aziz geldi.

İnsanların başına gelen hastalıklar, harpler, kıtlıklar, kavgalar, varlıklar, her türlü geçimsizlikler hep celâldir. Allah' ın "Celâl" sıfatıdır.

"O celâl ki geceye benzer."

Celâl ismine gece diyelim. Ama o gecenin içinde saklı bir gündüz var. Gecenin 12.00' sinde onu göremezsiniz. Ne zaman ki, saat bugünkü mevsimde 5.00 olmuş, tan yeri ağarmaya başlamış o zaman celâl dediğimiz gece, pılısını pırtısını toplayıp gider. Arkasından o acıların içinden gelen bir annenin yavrusu gibi cemal dediğimiz gündüz doğar. İşte turuk-ı âliyye budur.

"Aşkın evveli cefa, ahiri sefadır."

Cefayı çekmeyen âşık sefanın kadrini bilmez

sözünü burada eklemek gerekir.

Cefadan sefaya, kahırdan lütfa, celâlden cemale, geceden sonra gündüze, kıştan sonra yaza yol vardır.

"Kışa tahammül edemeyen yazı göremez. Doğum sancılarını çekmeyen anne, çocuk sahibi olamaz."

"Ben, bu celâle tahammül edemem," dersen cemali göremezsin. "Ben, bu kahrın içinde duramam," dersen lütfu göremezsin.

"İman küfrün içindedir."

Küfür, örtmek, saklamak, gizlemek anlamındadır. Çiftçilere bu isim verilir. Niye? Çiftçi, ekim mevsiminde elindeki buğdayı toprağa serper. Tohum nedir? Tohum cevherdir. O, tonlarca tohumu toprağa ekip sürgüyle üzerini kapatır ve tohumu toprakla örter. Şaka mahiyetinde çiftçiye: "Seni kâfir seni!" derler.

Çiftçi, gerçek tohumu toprakta sakladığı için ona kâfir derler ama o küfrün içinde ne imanlar var. Bunlar tahammül, sabır, irfan ve idrak işidir. Bu işi, arifler bilir. Ehli bilir. Onun için derler ki: "Ehline âyan, nâ-ehle nihandır."

Arif olan cümle yüzden seni seyran eyledi

Çokluk, insanın gözünü kamaştırır. Kesrete bakınca renklerin içine girince, bir pembenin, bir yeşilin, bir kırmızının, bir beyazın binlerce tonu vardır. İşte dünya bu!.. Renkli, renklerin içine saklanmış. Bir kâmil, bu konuda: "Elvan geyüp ziynetlenir," diye buyurur.

Elvan, levin kelimesinin çoğuludur. Renkler manasına gelir. Doğa, insanlar, etraf, he r nereye bakarsan bak! Renklerin içine gizlenmiş. Bir taban halısına, çiçeğe, böceğe, kuşlara, kelebeklere bakın! Nâmütenâhî renklerle süslenmiş; ziynetlenmiş. Hakk' ın kendi güzelliği. Bu kemalâta ermenin bir tek yolu arif olmaktır.

İşte Niyazî Hazretleri, bu kesret pazarından kurtulup vahdete erişince onu söylüyor.

Örttü bazâr-ı kesret gözlerin halkın velî
Arif olan cümle yüzden seni seyrân eyledi

Burada dikkat edilirse hitap veliyedir. Avama seslenmiyor. Çünkü bunu bilecek olan odur. Ey veli, ey dostum! Bu çokluk pazarı halkın gözlerini örttü. Kim ki; bu kesret pazarından kurtuldu; renklerin altındaki gerçek biri tanıdı. O vahdet-i ilâhîyyedir. O zaman cümle yüzden Hakk' ın güzelliğini gördü. Bu, cahil olanın yapacağı iş değildir.

Mesele irfaniyyete erip arif olmaktır. Arif olmak, baktığının ne olduğunu idrak etmektir. Onun için ariflerin nazarında mevcut olan Hak' tır. Hz. Niyazî:

Her neye baksa gözün bil sırr-ı sübhân andadır
Her ne işitse kulağın magz-ı Kur'ân andadır

Her neye mahlûk gözüyle baksan ol mahlûk olur
Hakk gözüyle bak ki bî-şekk nur-ı Yezdan andadır

Avamın nazarında halk vardır. Havassın ve ehassın nazarında mevcut olan "Hû" dur yani "O" dur.

Bu vahdet esrarından hangi insan haberdâr oldu, özü ariftir. Artık onun özünde irfan vardır. Kişi, bu irfana erişince:

Kim ki bu sırdan haberdâr oldu ârifdir özü
Kurtulup hayvan adından kendin insan eyledi

diyor.

Dün şeklen (sureta) insandı ama hayvan huylu insandı. Bugün suretiyle sıretiyle, içiyle dışıyla, huyuyla ahlâkıyla insan oldu.

Bu yol, irfaniyyet ve tamamen marifetullah yoludur. Değme kişi, bu esrara vâkıf olamaz. Kim vâkıf olur? Önce çok yüksek istidadın ruhunda olması lâzım. Sonra bu manevî istidadın bir mürşid-i kâmil tarafından şerh edilip ortaya konması lâzımdır. Toprağın da tohuma yaptığı iş budur. Ne peygamber, ne melâike, ne mürşid-i kâmil, Allah'ın vermediğini veremez. Mürşitler, Allah'ın verdiğini ortaya koyarlar. Tohumda olmayan özelliği toprak veremez. Ancak tohumda olan özelliğe cevap verir.

Lâ'I-i mercan olalıdan ey Niyâzî meşrebin
Sözlerin uşşak içinde âb-ı hayât eyledi

Lâl taşı, mercan, madenlerin parlak ve en kıymetli olanlarıdır. Halkın parmaklarına yüzük taşı, gerdanlarına kolye yaptığı pırlantalar, elmaslar, yakutlar vs. hep buna girer. Senin meşrebin o kadar saflaştı; berraklaştı; güzelleşti ki artık hiç tortu kalmadı. Işık oldu.

İnci, ışık ve suyun karışımıdır. Nisan-mayıs aylarında yağmur yağar. Aynı zamanda güneş de vardır. Midye dediğimiz o kabuk canlıdır. Bu mevsimde denizin üstüne çıkar. Işıkla karışık yağmur damlasını içine alır; kapanır; dalar ve halvete geçer. Bakın burada halvet var.

"Halvetîlik, çok gerilere giden tarikattır. Turuk-ı âliyyede ana gövdedir. Onun için 34 tane kol açmıştır. Üretkendir. Halvetîlik, tarikat fabrikasıdır."

Dalışa geçen midye, suyun içinde beklemek suretiyle inci yapar. Ondan sonra onu açıp güzelin gerdanına takarlar.

İşte Niyazî Baba, meşrebinin meşreb-i âlâ; sözlerinin inci, mercan gibi değer kazandığını turuk-ı âliyyeye intisap edenlerin yollarının bu güzellik ve kemalât olduğunu ifade eder.

Böyle olduğu için de Niyazî Hazretleri' nin ve cümle kâmillerin ağızlarından çıkan kelâm-ı âli, mana yoluna girenlere hayat bahşeden ve ışık tutan sözler olmuştur.